Haksız Rekabet Hukukunun Amacı Nedir?
Dürüst ve adil ticaret, ticaretin ortaya çıkışından itibaren varlığını sürdüren bir temel kavramdır. Ticaretin adil şekilde yapılması, toplumların gelişmişlik düzeyine göre değişiklik gösterir ve temelde örf-adet kurallarıyla şekillenir. Ancak, hukuk kurallarıyla düzenlenen dürüst ve adil rekabet, liberal ekonomilerin gelişimi ile paralel olarak nispeten yeni bir olgudur.
Yeni ortaya çıkan ticaret anlayışının sert rekabet gücü, hileli rekabet yöntemlerindeki artışı da beraberinde getirmiştir. Özellikle sanayi devrimi sonrası, ürünlerin seri üretiminin gelişmesi taklit ürünlerin ortaya çıkmasına ve rakiplerin birbirlerini kötüleyerek ticari itibarlarına yönelik saldırıların artmasına neden olmuştur. Bu durum, rakiplerin dürüstlük kuralları ve ticari ahlakla bağdaşmayan uygulamalarına karşı tacirlerin korunması ihtiyacını ortaya çıkarmış ve ilk hukuki düzenlemelerde rakiplerin ekonomik kişiliklerinin korunması fikriyle yola çıkılmıştır.
Bu düşünce, “ferdi yaklaşım” olarak adlandırılan ve haksız rekabetin ferdi yönü olarak öğretide yer alan bir yaklaşım ile ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, ilk olarak 1300’lü yıllarda Fransız hukukunda haksız fiilin özel bir türü olarak ortaya çıkmıştır. Fransız içtihadı, aynı malı üreten rakiplerin birbirlerinin müşteri çevrelerini ele geçirmeye yönelik adil olmayan uygulamalarını haksız fiil olarak yorumlamış ve haksız rekabet davası adı altında yeni bir dava türü geliştirmiştir.
Bu davalarda haksız fiilin koşullarının bulunması şartını aramıştır. Buna göre, haksız rekabet davasının açılabilmesi için bir tacirin haksız bir eyleminin sonucunda başka bir tacirin zarara uğraması gerekmektedir. Ancak haksız rekabet davalarının açılabilmesi, tacirlerin birbirlerine rakip olmasına, yani rekabet ilişkisi içinde bulunmalarına bağlıdır. Teşebbüslerin aynı alanda faaliyet göstermeleri ve aynı müşteri çevrelerine sahip olmaları, rekabet ilişkisinin varlığı için yeterli görülmüştür.
Almanya’da da haksız rekabet hukuku, Fransız hukukundan farklı bir şekilde ele alınmaktadır. Alman hukukunda haksız rekabet hukukunun temelini oluşturan yasal düzenlemeler Almanya’da 1896 yılında yürürlüğe giren ve daha sonra birçok kez revize edilen “Rakipler Arasındaki Dürüst Olmayan Rekabetin Önlenmesi Hakkında Kanun” (UWG)’dur. UWG, haksız rekabetin önlenmesine yönelik birçok düzenlemeyi içermektedir.
Ancak, Alman hukukunda da haksız rekabetin ferdiyetçi yaklaşımı devam etmiştir. Yani, haksız rekabet davalarında sadece tacirlerin kişilik hakları korunmaktadır. Bu nedenle, Alman hukukunda haksız rekabet davaları genellikle, bir tacirin işletmesine veya ticari itibarına yönelik yapılan haksız eylemler nedeniyle açılmaktadır.
İsviçre Medeni Kanunu, tacirlerin ticari işletmeleri ile ilgili haklarını koruyan hükümler içermektedir. Bu hükümler arasında ticaret unvanı, marka, işaret, patent gibi sınai mülkiyet hakları da yer almaktadır. Haksız rekabet hükümleri de bu hakların korunması amacını taşımaktadır. Rakiplerin birbirlerinin ticari işletmelerine zarar vermek amacıyla kullandıkları hileli ve adil olmayan yöntemler, İsviçre hukukunda da haksız rekabet kapsamında değerlendirilmektedir. Bu nedenle İsviçre uygulamasında da, haksız rekabetin ferdiyetçi yaklaşımı ile rakiplerin kişilik haklarının korunması önem kazanmaktadır.
Ticaretin adil ve dürüst şekilde yapılması, tarihten bu yana var olan bir kavramdır. Ancak bu kavram, toplumların gelişmişlik düzeylerine göre farklılık göstermektedir ve genellikle örf ve adet kuralları tarafından belirlenmektedir. Son yıllarda ise adil rekabetin sağlanması hukuk kurallarıyla düzenlenmektedir ve bu durum, liberal ekonomilerin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak, haksız rekabetle ilgili düzenlemeler ticaretin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkmış ve öncelikle tacirlerin hileli davranışlarına karşı koruma sağlamıştır. Ancak, rekabetin tüm piyasa katılımcılarını etkilemesi nedeniyle, müşteriler ve tedarik zincirindeki diğer üyelerin de korunması gerektiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, ülkelerin mevzuatlarında değişikliklere yol açmış ve bütün piyasa katılımcılarının korunması hedeflenmiştir. Bu değişim Türk hukukunda da yansımalarını göstermiş ve Türk Ticaret Kanunu, dürüst ve adil rekabetin sağlanması amacını gözetmiştir.
Dünya genelinde, toplumsal menfaatleri gözetmek amacıyla serbest rekabet düzeninin korunması fikri, rekabetçi piyasa yapısının sürdürülmesi gibi iktisadi kaygıların haksız rekabet hukuku kapsamında ele alınıp alınamayacağı tartışmalara sebep olmuştur. Özellikle rekabet hukuku düzenlemelerinin yürürlüğe girmesiyle, bu tartışmalar daha da yoğunlaşmıştır. Bu nedenle, haksız rekabet hukuku ile rekabet hukuku arasındaki ilişkinin ortaya konulması son derece önemlidir. Sonraki bölümde, bu ilişki ele alınacak ve iki hukuk alanı arasındaki farklılıklar ve benzerlikler karşılaştırmalı olarak sunulacaktır.
Av. Ahmet EKİN & Şevval Asude DOĞAN